SANATTA ANLAMIN GÖRÜNTÜSÜ
Bu
yazıda Richard Leppert’in Sanatta Analmın
Görüntüsü adlı kitabının girişbölümünün özeti yer alıcaktır.
Kitap
Ayrıntı yayınlarından çıkmış olup ilk basımı 2002 yılına aittir.
GİRİŞ
Farkında
olalım ya da olamayalım bilinçaltımız ve biliç dışımız sürekli yazılı ve görsel
medyadaki reklam imgelerinin etkisi altındadır.Nasıl yaşamamız, nasıl bir
vücuda sahip olmamız ve nasıl giyinmemiz gerektiği sürekli bize telkin
edilmektedir.Tüketerek var olmaya yani kendimizi gerçekleştirmeye
çağrılmaktayız.Çevremizdeki imajlar göründükleri gibi hiçte mahsun
görünmüyorlar.
İmgeler bize asıl dünyayı değil, dünyalardan bir
dünya gösterir. Gösterilen şeyler değil, bunların temsilleridir
imgeler.Temsil, yani yeniden-sunum. Hakikatten , imgelerin temsil ettiği şeyler
‘gerçeklik’te olmayabilir; sadece muhyyile, kuruntu, arzu, rüya ya da fantazi
dünyasında var olabilir. Fakat tabii, öte yandan, dünyaya şu ya da bu şekilde
dahil olan bir nesne olarak vardır her imge. İster fotoğraf, ister film ya da video, isterse de resim olsun, imgelere
baktığımızda gördüğümüz şey insan bilincinin ürünüdür. İnsan bilinci ise kültür
ve tarihin ayrılmaz bir parçasıdır. Buradan şu sonuç çıkıyor: İmgeler, maden
cevheri gibi kazılıp çıkarılan şeyler değil, belli bir sosyo-kültürel ortam
içerisinde belli bir işlev görmesi için inşa edilen şeylerdir(Leppert,2002, s
14).
A.ÇALIŞMANIN ÇERÇEVESİ
Yazarın
temel amacı; ‘…resimlerin ‘’görünüş’’ü ile toplumsal ve kültürel kullanımları
arasındaki karmaşık ilişkiyi incelemek ve, sonra da tersinden bakarak,
toplumsal ve kültürel güçlerin resimlerin görünüşünü nasıl belirlediğini
incelemektir(Leppert, 2002, s 15).
Yazar
dikkatimizi önemli bir nokta olan resimlerin ve imgelerin bağlamlarına
çekmektedir. İmgeler sadece dış görünüşlerinden ibaret değillerdir. Bir imge
içinde oluştuğu tarihsel ve kültürel ortamıda beraberinde taşır.Aslında ortada
olan çok ilginç bir durum vardır; kültürel ve toplumsal koşullar imgeyi
şekillendirirken ayanı zamanda ortaya konan imgede toplumsal koşulları ve
kültürel ortamı etkilemektedir.
B.GÖRME VE TOPLUMSAL
ANLAMLANDIRMA PRATİĞİ
Yazar
görmenin sadece biyolojik bir olay olmadığını, kendi içinde karmaşık yapıları
barındırdığını şöyle ifade etmektedir:
….görme
sadece biyolojik ve fiziksel bir mesele , ışık dalgalarının retinadaki
hareketiyle ilgili bir mesele değildir. Daha çok zihin ve düşünce süreçleriyle
ilgili bir meseledir görme.Düşünmye başladığım anda görmenin karmaşıklığı geometrik
olarak artar, çünkü bu durumda denklemin içine dilide dahil etmiş oluyorum.Çünkü
bu durunda mesele artık – konuşmaya başlamadan önce bebeklerle ebeveynleri
arasındaki temel özdeşlik bağında olduğu gibi- sadece tanımayla sınırlı
olmaktan çıkıyor (Leppert, 2002, s 16).
İşin
ilk basamağı olarak karşımıza duyularımız gelir.Duyularımızdan aldığımız
verileri temsil (gerçeğin yeniden sunumu) yoluyla dile dönüştürürüz.Bu dil
yoluylada düşünürüz ve böylecede karmaşık olan hayatımızı sürdürürüz.
Yazar,
resim ile sözel dilin eş değer tutulmasının son derece ironik olacağını
vurguluyor.Çünkü resim yoluyla, sözcüklerle ifade edemediğimiz anlamları ve
duyguları ifade ederiz.Yoksa resim ve müziğin var olma nedenini açıklayamayız.
C.BİLMEK İÇİN GÖRME,
GÖRMEK İÇİN BİLME
Bir
şey hakkında bilgi sahibi olmadan görmenin gerçekleştirilemiyeceği vurgulanıyor:
‘’Görebilmem’’
(yani, ‘’algılayabilmem’’) için bir şeyler bilmem gerekir.En basitinden,
baktığım şeyin ne olduğunu tanımam gerekir; ama tabi tanımak bana sadece küçük
bir avantaj sağlar. Nitekim Romalı bilgin Pliny şöyle diyordu: ‘’Görme ve
gözlemlemenin asıl enstrümanı zihindir; gözlerin rolü, bilincin görsel
öğelerini alan taşıyan bir tür kap işlevi görmektedir.’’3 Şuarası apaçık bir
gerçek ki, görebilmemiz için kısmen tarihe ve kültüre özgü kimi ‘’beceriler’’e sahip
olmamız gerekiyor (Leppert, 2002, s 17-18).
Aslında
vurgulan şey, bakmak ve görmek arasındaki farktır.Bakıp görebilmemiz için,
baktığımız şeyin önceden bilgisine sahip olmalıyız.Bununla birlikte; ‘’Resimler
yalnızca zihne değil aynı zamanda
bedene( erotic imgelerin beden üzerinde doğrudan yaratıkları etkileri
düşünün ), düşünceye, duygulara, vb şeylerede hitap etmektedir (Leppert, 2002,
s 18)’’. Görmedeki temel öğe aslında bakan kişinin bağlamıdır:
‘’Orada’’
görmemi bekleyen şeyin içinde ben de
varım: Kendi bilgim, inançlarım, yatırımlarım, çıkarlarım, arzularım ve
zevklerim. Biliçli birisi olarak bir imgeye asla bir tabula rasa olarakyaklaşamam- ‘’masum göz sadece efsanelerde
olabilir’’ – çünkü her hangi bir şeyi görmeden önce , daima, zaten belli
derecede bir bilme, inanma, isteme vb., ile mücehhez haldeyim. Dahası şunuda
biliyorum: Tıpkı benim gibi (karşımdaki)
imgenin yaratıcısı da tahta panoya ya da tuvale belli bir bilgi, inanç, yatırım,
çıkar ve arzu ile mücehhez olarak yaklaşır. Bundan başka şurasıda bilenen bir
gerçek ki, sanatçılar tarih boyunca genellikle doğrudan doğruya başka birisi
yada başka bir şey için – bir müşteri ve, daha sonraları olduğu gibi, bir sanat
piyasası için – çalışmışlardır (Leppert, 2002, s18).
D. ANGAJMAN SINIRLARI
İzleyicinin
imgeyle olan angajmanının sınırlarına değiniliyor. ‘’Bir imge üzerine konuşmak,
en nihayetinde, kişinin kendisini imgeyle ve imgenin temsil ettiği görüntüyle ilintilendirme girişimidir (Leppert,
2002, s 19-20).Sanat yapıtındaki anlam yaratıcısı tarafından yapıldığı gibi
izleyicisi tarafından da yapılır.Yani bir eserdeki analam sabit ve sınırlı
değildir.
Sanat
eserleri, alıcılara mütemadiyen aynı sinyali ya da sinyaller kümesini gönderen
radio- televizyonun yayın araçları gibi
değildir: Burada anlam hem kullanıcı hem de yaratıcı tarafından dinamik olarak
inşa edilir. Anlamın inşası, nesnelerin tarihsel ve toplumsal özgül koşulları
altında harekete geçirdiği bitimsiz bir üretimdir (Preziosi’den aktaran
Leppert, 2002.S 19).İmgedeki anlamın sonsuz olması belki de sanataki
ölümsüzlüğün kaynağı olabilir.
E. TEMEL İLKELER:
TEAMÜLLER, TOPLUMSAL ÇIKARLAR VE HAFIZA
‘’
Teamül, kısaca tanımlamak gerekirse, herhangi bir işi toplumun onay verdiği
belli bir tarzda yaparken izlenen yoldur (Leppert, 2002, s 21)’’.
Resimdeki
teamüller de- bu teamüller biçimsel düzenlemede, rengin, ışığın, mekanın,
nesnenin duruşunun, vb. kullanımında ortaya çıkar – kimi zaman belli görme
tarzlarını ‘’doğallaştırma’’ fırsatı yaratmıştır; sanki resmedilen şey,
nesnelerin ya da insanların gerçekte nasıl olduklarını
ya da aslında nasıl olmaları gerektiğinigösteriyormuş gibi (Leppert, 2002,
s 21).
Bu
noktada imgeler bize nasıl davranmamız gerektiği, nasıl giyinmemiz gerektiği,
kısacası nasıl yaşamamız gerektiğini farkında olmadan bizlere telkin
etmektedirler.Bir noktadan sonrada bunlar toplumsal teamüllere dönüşmektedirler
diyebliriz.
F. MAKSAT, İŞLEV VE
TARİH
Bir imge, oluşturulduğu tarihteki maksadıyla ve
günümüzdeki maksadı arasında fark vardır.Bu farklılık fiziksel özellijlerden
kaynaklanmaz.Farklılığın temel nedeni; imgenin ve algılayanın içinde bulunduğu
kültürel özelliklerden kaynaklanır.Örneğin 17.yy’da yapılmış bir lale resminine
o tarihteki insanların bakışlarıyla bugünki izleyicinin bakışı arasında
tabikide büyük farklılıklar vardır. Bu açıdan bir imgenin maksat ve işlevi,
tarihsel süreç ve bağlam içinde sürekli değişmektedir. Yazar bu konuda şunları
ifade etmektedir:
Balthasar Vav Der (1593-1656) Barok.
Ben bügün tarihsel imgelere, bu imglere
ilk olarak bakanlarınkinden tamamen farklı gözlerle bakarım. Biyolojik bir
farklılık değil tabii bu; ışık dalgalarının retina üzerindeki etkisi her zaman
aynıdır. Buradaki farklılık fiziksel ve biyolojikk durumlara değil, algı
kültürüne bağlı bir farklılıktır. Benim imgelerle olan ilişkim geçmişteki
insanlarınkiyle aynı değildir.Örneğin, benim dünyam tamamen imgelerle çevrili;
benim imgelerden kaçıp kurtulmam imkânsız. Halbuki bundan birkaç yüzyıl once
imgeler- özelikle de resim imgeleri- çok daha seyrek , dolayısıylada çok daha
çarpıcıydı. Çünkü, en azından, bunlar üniter nesnelerdi ve her biri yalnızca
özel bir yerde vardı.Bugün benim dikkatimi çekmekte tabloların sayısız rakibi
var; durağan, hareketli, renkli, seyircinin manipülasyonuna açık, vb., sayısız
imge. Bir bu kadar önemli olan bir başka farklılık da, emsalsizliklerinden
dolayı bir zaman tablolara ilişen halenin bugün artık, bu kitapta olduğu gibi,
röprodüksiyonlarının yapılabilmesinin dolayımından geçiyor olmasıdır. Bunun tek
anlamı şudur: Bugün genellijkle sanatla ilintilendirebileceğimiz anlam ve
deneyimler geçmiştekilerle özdeş değildir. Kısacası, bakmak tarihsel olarak
özgül bir etkinliktir(Leppert, 2002, s 24-25).
G. SANATIN KURUMSAL
ÇERÇEVELERİ
Bir
imgenin, anlam çerçevesini belirleyen öğelerden biri de; imgenin sergilendiği
kurumsal çerçevedir.
İmgelerin kazandıkları
“anlam” yalnızca kendilerine özgü “içerikler”ine ve insanların
bu içerikleri nasıl tanımladıklarına bağlı değildir. Bu anlamı kısmen
belirleyen bir başka faktör de sanat
eserrlerinin sergilendiği yer, yani yerleştirildikleri fiziksel mekândır. On
sekizinci yüzyıldan tipik bir ingiliz ailesinin, muhtemelen Thomas Gainsborough
tarafından çizilen bir potresindeki aile üyelerinin yerlerini, jestlerini ve
fiyakalrını yansıtma tarzı tam da pekala benim kanepemin üstünde asılı
olbilecek (ama olmayan) renkli bir aile
fotoğrafını andırıyor. Her şey hem yalın hem de aşina. Ne var ki, tablonun
benim dünyamla olan bariz benzerliklerine ragmen köprülerin altından çok sullar
akmış durumda ve bu arada oluşan farklar sadece potrenin içindekilerle ilgili değil. Bir aile potresiyle amaçlanan asıl yarar, potrede resm edilen bireylerin tarih
ve şeceresini torunlar için tanımlamak ve saklamaktır. Büyük bir evin eski eserlerin
bulunduğu salonunda asılıyken potre görsel bir aile şeceresinin parçalarından
birini oluşturuyordu. Halbuki aynı potre bu düzenekten alınıp da bir müzede sergilendiğinde,
yerleştirildiği yerle birlikte işlevi ve anlamıda dönüşüyor. Müzeydeyken,
potrede resmedilen insanlar önemini yitirirken potrenin resamı önem kazanıyor.
Aslında ailenin tarihi, soyu, siyaseti ve toplumdaki statüsüne işaret eden
orjinal vurgular tamamen silinmese de büyük çlçüde kayboluyor. Öyle ki seyirci
tabloyu öncelikle bir Sanat ambarındaki (mahzenindeki) bir eser olarak
deneyimliyor.Müze ortamında, tablonun başlıca işlevlerinden biri sanat
tarihinin parçası olmasıdır. Çünkü, örneğin resmedilenlerin kim olduklarına çok
da bakılmadan, yalnızca bir sanat eseri olarak güzel ya da önemli olduğuna
ilişkin resmibir karar verilmiştir (
Bu durumu ille de eleştiriyor değillim.) (Leppert, 2002, s 25-26).
Şekil
3.Thomas Gainsborough tarafından yapılmış bir
çalışma
H. AYRICALIKLI GÖRME:
RESİM VE İKTİDAR
Bir
imgeye sahip olmakla iktidar arasında ki ilişkiye değiniliyor.Bir resme sahip
olmak; beraberinde kişiye; statüyü, hangi toplumsal sınıfa ait olduğunu ve
prestiji getirir.
Sanat ve iktidar arasındaki bağlar ve bir sanat piyasasını ayakta tutan
çeşitli ekonımiler, Jean Baudrillard’ın işaret ettiği gibi, paranın sadece
sanat değil aynı zaman da prestij satın aldığı modern sanat müzayedeleriyle
ilintili olarak betimlenebilir.Baudliard’ya göre paranın
anlamı harcanışı yoluyla dönüşür. Sanat müzayedesinde, nesnenin kendisi bir
gösterge olarak değer kazanır; paranın – genellikle kum gibidir – satın almak
için harcanmasıyla doğrudan bağlantılıdır bu durum.Harcama yalnızca bir feda
ediş olmayıp, aynı zamanda varlıklı ve soylu sanat alıcıları arasındaki rekabetin
bir parçası olarak rizikolu bir yatırımdır. Tüketim, diyor Baudliard, “ekonomik değerin başaka bir
tip değer uğruna tahrip edildiği bir rekabet alanı haline gelir.”Bu değer
prestijdir; Baudliard buna “gösterge mübadele değeri “diyor.Bir tuvali satın alamakla
kazanılan gösterge değerinin bedeli, tuval için verilen para ile bu parayı
kazanmak için gereken şeylerdir.Yani tablo, paranın arkasındaki her şeyin
görünür bir konsantrasyonu haline
gelir (Leppert, 2002, s 31).
|




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder